loading...

Dini Bilgiler

Birden fazla camide cuma namazının kılınması hakkında bilgi verir misiniz?

By  | 

Soru: Cuma namazı bir beldede önce hangi camide kılınırsa o makbuldür, diye müçtehidlerin bir görüşü var. Bu konuda hadisler ne diyor? Peygamberimiz (asm) ümmetinin gün gelip de bir şehirde veya beldede bir camiye sığmayacağını muhakkak bilmiştir veya ona bildirilmiştir. Hadis kaynakları ne diyor bu konuda?

loading...

Cevap:Değerli kardeşimiz,

loading...

Cuma namzının farz olması için bazı şartlar olduğu gibi, sahih olması için de bazı şartlar vardır. Bu şartlar şunlardır:

1. Cumayı öğle vaktinde kılmak.
2. Namazdan evvel hutbe okunmak.
3. Cuma kılınan yer, herkese açık olmak. Muayyen kişileri içeriye alıp sonra kapısı kilitlenen bir camide cuma kılınmaz.
4. İmamdan başka en aşağı üç erkek cemaat bulunmalıdır. Bu sayı, İmam Mâlik’de otuz; Şâfiî’de kırk kişidir. Ebû Yûsuf’a göre ise iki erkek cemaat de kâfidir.
5. Cuma namazını kıldırmak için vazife sahibi, yani, cumayı kıldırmaya resmen izinli bir kimse bulunmalıdır. Eğer yetkili bir kimseden izin alınmış olmaz da Müslümanlar da namaz için toplanmış bulunurlarsa, içlerinden birini imam yaparak cumayı kılabilirler.
6. Cuma kılınacak yer, şehir veya şehir hükmünde olmalı. Şehrin ne demek olduğu müctehidler arasında ihtilâflıdır. Daha sonraları köylerde bile, cuma namazının kılınabileceği hükme bağlanmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığının da bu konuda izni vardır. Bir camiye cemaat sığmadığı takdirde, o beldedeki sair camilerde de cuma namazı kılınabilir. Fakat müteaddit yerlerde kılınamıyacağını söyleyen fakihler de vardır. Bunlara göre, bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı sahih, diğer yerlerde kılınan cumalar ise fâsiddir. Bu durumda cemaate öğle namazını kılmak vâcib olur. Sıhhatli olan ve âlimlerin çoğunluğunun kabul ettiği görüş, cumanın aynı beldede değişik camilerde kılınabileceğidir.

Eğer bir yerde birden çok camiye cuma izni verilmişse, onların hepsinde cuma namazı olur. Zaten cami özelliği olan her yere cuma için izin verilmiştir.

Cuma namazının sahih olması için “devlet temsilcisinin izni” problemi İslâm hukukçularınca tartışılmıştır. Bu iznin gerekli olduğunu söyleyenler olduğu gibi aksini savunanlar da bulunmuştur. Biz aşağıda her iki görüşü ve delillerini vererek, konuyu değerlendirmeye çalışacağız.

Hanefi hukukçularına göre, cuma namazı için izin gereklidir. Dayandıkları delil Câbir b. Abdullah ve İbn Ömer’den nakledilen şu hadistir:

“Kim cuma namazını ben hayatta iken veya benden sonra adaletli ve câir (zâlim) bir imamı (önderi) varken, onu küçümseyerek veya inkâr ederek terkederse, Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve işini bitirmesin.” (İbn Mâce, İkâme, 78)

İbn Mâce bu hadisin senedinde bulunan Ali b. Zeyd ve Abdullah b. Muhammed el-Adevî sebebiyle isnâdı zayıf sayar. Heysemî, hadisin benzerini naklettikten sonra şöyle der: Bu hadisi Taberanî, el-Evsat’ında nakletmiştir. Oradaki senedde Musa b. Atıyye el-Bâhilî vardır. O’nun biyografisini bulamadım. Geri kalan râviler güvenilir. (Mecmau’z-Zevâid, II/169, 170) Bu hadiste, cumanın farzolması için adaletli veya adaletsiz bir yöneticinin bulunması öngörülmüştür.

Cuma namazı büyük cemaatle kılınacağı ve hutbede topluma hitap edileceği için, onun toplum düzeni ile yakından ilgisi vardır. Devletten izin alma şartı aranmazsa fitne çıkabilir. Cuma kıldırmak ve hutbe okumak bir şeref vesilesi sayılarak rekabet doğabilir. Bazı kimselerin çekişme ve ihtirasları cemaatin namazını engelleyebilir. Camide bulunan her grubun namaz kıldırmak istemesi, cumadan beklenen faydayı yok eder. Bir grup kılarak, diğerleri çekilse yine amaca ulaşılmaz. Kısaca hikmet ve toplum psikolojisi bakımından da cumanın İslâm devletinin kontrolünde kılınması gereklidir.

Ancak yöneticiler cumaya ilgisiz kalır ve önemli bir sebep olmaksızın Müslümanları namaz kılmaktan alıkoymak isterse, onların bir imamın arkasında toplanarak cuma namazı kılmaları mümkündür. İmam Muhammed, bu konuda şu delili zikreder: Hz. Osman, Medine’de kuşatma altında iken, dışarıda bulunan sahabiler Hz. Ali’nin arkasında toplanmış ve o da cuma namazını kıldırmıştır. (el-Kâsânî, I/261; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I/146; İbn Âbidin, I/540) Bilmen, bunun dârülharpte mümkün ve câiz olduğunu belirtir. (Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 162)

– Devlet başkanı veya valilerin bizzat cuma namazı kıldırmaları gerekli midir?

İbnü’l-Münzir şöyle der: “Öteden beri cuma namazını, devlet başkanı veya onun emriyle kıldıracak bir kimsenin kıldırması şeklinde uygulama yapılmıştır. Bunlar bulunmazsa, halk öğle namazı kılar.” (Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarih Tercümesi, III/48)

Burada şunu belirtelim ki, yukarıda kaydettiğimiz hadisten “imam ya da Müslümanların halifesi yoksa, cuma namazı kılınamaz,” diye bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Bu hadisin ilgili bölümlerinin anlattığı, “ister adil, isterse de zâlim olsun bir imamın varlığına rağmen” cuma terk edilecek olursa, belirtilen tehditlerle karşı karşıya kalınacağından ibarettir. Çünkü hadis, “imam yoksa cuma namazı kılamazsınız” demiyor, olduğu hâlde kılınmazsa, son derece tehlikeli tehditlerde bulunuyor. İmamın yokluğu halinde kılınmayacak olursa o takdirde bu hadisten, olsa olsa tehditlerin daha hafif olacağı sonucuna varılabilir. O da en müsamahalı bir istidlâl olur.

İçtihada dayalı olarak ileri sürülmüş gerekçelerin dışında, cuma namazının kılınması için şart kabul edilen ve eda şartları arasında sayılan imamın varlığı şartının nakli bir delili yoktur. Ayrıca bu şart, yalnızca Hanefî mezhebinde öngörülmüş bir şarttır. Dolayısıyla terki halinde terettüp edeceği bildirilen bir takım tehditlere maruz kalmamak için, en azından ihtiyaten böyle bir şartı öngörmeyen diğer mezhep imamlarının görüşlerine uyularak kılınması gerekir.

Diğer taraftan kaynaklarda hadis diye belirtilen:

“Dört şey vardır ki, veliyyul emirlere aittir: Cihad’tan elde edilen ganimetlerin paylaştırılması, zekât’ın toplanması, hudut (şer’i cezaların tatbiki) ve cumaları kıldırmak.”

ifadeleri ise hadis değildir. Fethu’l-Kadir’de (II/412) bunun İmam Hasan el-Basrî’ye ait bir söz olduğu belirtilmiştir. Son asır âlimlerinden Seyyid Sâbık da “Fıkhu’s-Sünne” adlı esrinde (I/306) bunun aynı şekilde Hasanü’l-Basrî’ye ait bir söz olduğunu kaydetmektedir. O hâlde böyle bir şartın öngörülmesi için dayanak teşkil edebilecek nakli bir delil elde mevcut değildir. Bu konuda ileri sürülen bu şartın sebebi, yalnızca karışıklık çıkma ihtimaline dayalı bulunmaktadır.

– Veliyyü’l-Emr Yoksa?

Veliyyü’l-Emr ve izn-i sultânî diye belirtilen hususun gerçekleşebilmesi için, Müslümanların başında en azından -zâlim de olsa- bir yöneticinin bulunması zorunludur. Başa geçmiş bulunan yöneticinin, İslâm’ı kabul etmesi ise onun, Müslümanların veliyyü’l-emr’i olarak görülmesinin asgarî şartıdır. Yani Müslümanların İslâmî olmayan yönetimlerin tahakkümü altında yaşamaları hâlinde, haliyle böyle bir şartın varlığından söz etmek imkânı olamaz. Bu durum günümüzün Müslümanlarına; “İslâm’ın öngördüğü manasıyla bir yöneticiye sahip olmadığımıza göre, kıldığımız cuma namazının hükmü nedir?” diye başlayan ve onun etrafında dönüp dolaşan diğer bir takım soruları daha sordurmaktadır.

Öncelikle Türkiye’nin dârülislam olduğunu, cuma namazının şartlarını taşıyan her erkeğe farz olduğunu ifade edelim.

Bu konuda İbn Nüceym der ki:

“Şayet hiçbir şekilde kadı veya ölmüş olan halifenin (yerine geçmiş) halifesi yoksa, âmme de bir kişinin (cuma namazını kıldırmak üzere) öne geçirilmesi üzerinde ictimâ edecek olsalar, zaruret dolayısıyla caizdir.” (İbn Nuceym, el-Bahrü’r-Râik, II/I55).

Bu açıklamalara göre cuma namazının, camide devletin izin verdiği bir imamın arkasında kılınması gerekli ise de, devletin izin vermediği kimselerin imamlığında mescid veya başka yerlerde kılınan cuma namazlarının kabul olmadığı iddia edilemez. Bununla beraber yukarıda söylenen bazı sakıncalarının da olduğu unutulmamalıdır. Bu şekilde cuma namazı kılanların, zuhr-i ahir namazını da mutlaka kılmalarını önemle tavsiye ederiz.

loading...