loading...

Genel

Mutfağı basan karıncaları öldürmek günah mı?

By  | 

Değerli kardeşimiz,

loading...

1. Evdeki canlıları öldürmeden dışarı atmanın yollarını arayacağız. Her canlının hayatını korumaya gayret göstereceğiz.

loading...

2. Buna rağmen onlara engel olamıyor ve bize zarar veriyorsa onları öldürmak caizdir, haram değildir.

3. Dışarıda bize zararı olmayan hayvanları öldürmek gibi bir anlayış kesinlikle doğru değildir. En azından mekruhtur.

4. Fare gibi zararlı hayvanları evden uzaklaştırmak gerekir. Eğer uzaklaştırmanın bir yolu yoksa, o zaman öldürmenin de bir sakıncası olmaz. Bunun için evde kedi bulundurmak (farelere karşı) en güzel yoldur.

Cenab-ı Hak her mahluku üç esas gaye için yaratmıştır. Bunlar:

1. Allah’ın esmasına ayna olmak ve Allah’ın cemal ve kemalini göstermek.

2. Şuur sahibi olan insan, melek ve cinlerin tefekkürüne bir vasıta olmak.

3. İnsanların ihtiyaçlarına cevap vermek ve kendi hayatını devam ettirip kendine layık ibadeti yapmaktır.

Mahlukat ve mevcudatın yaratılış sebeplerinin en ulvisi ve en büyüğü ve en kudsisi: birinci gaye olan Allah’ın cemal, kemal ve büyüklüğünü yine kendi kutsi nazarına arz etmektir. Bu noktada hiçbir insan olmasa veya onu mütalaa edecek herhangi bir şuur sahibi olmasa veya onları yiyecek bir mahluk olmasa da yine yaratılışlarının ana gayesi yerine gelmiş olur.

Ayrıca mevcudatın yaratılışının ikinci sebebi de şuur sahiplerinin mütalaası konusu çok ehemmiyetlidir. Çünkü Allah, kainatta insanlar başta olmak üzere şuur sahiplerinin tefekkürüne ve mevcudata Allah namına bakmaları hususuna ehemmiyet vermektedir. Bu tefekkürün oluşması için mevcudatı kusursuz derecede mükemmel yaratmıştır. Bu noktanında meydana gelmesi, mevcudatın vazifesini yerine getirme anlamındadır.

Üçüncü gaye ise, iki şıklıdır. Bunlar:

a. Kendine layık bir tarzda Cenab-ı Hakk’a ibadet ve tesbih vazifesini yerine getirmesidir ki, her yaratılan bu vazifeyi hakkıyla yapmaktadır.

b. İnsanların ihtiyaçlarına cevap vermeleridir ki, bu durumda Allah’ın cömert – ud ve seha– ismi okunabilir. Yani ihtiyaçtan fazlasını yaratıp kullarına ikram eden Allah. Her şeyde sadece bir ismi veya sıfatı değil, başka isim veya sıfatları da okumak gerekir.

Sivri sinek ile ilgili ayet ise:

İnsanlar Kur’an’da doğayı incelemeye ve burada yaratılmış olan “ayetleri” görmeye çağrılırlar. Çünkü evrendeki canlı-cansız tüm varlıklar, “yaratılmış” olduklarını gösteren işaretlerle doludur ve kendilerini “yaratanın” güç, bilgi ve sanatını göstermek için vardırlar. Bu mucizevi işaretleri Allah bize asırlar önce insanlara yol gösterici olarak indirdiği Kur’an’da bildirmiştir. İnsan, aklını kullanarak bu işaretleri görmek ve Allah’ı tanımakla sorumludur.

Tüm canlılar böyleyken, bir de Allah’ın özel olarak dikkat çektiği bazı canlılar vardır. Sivrisinek, bunlardan biridir. Allah Kur’an’da bu konuyu şöyle bildirmiştir:

“Şüphesiz Allah, bir (dişi) sivrisineği de ondan üstün olanı da (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, ‘Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?’ derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz.” (Bakara, 2/26)
Ayete göre değersiz ve sıradan bir canlı gibi görülen sivrisinek bile, aslında Allah’ın ayetlerini taşıması bakımından dikkat edilmesi, incelenmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir hayvandır. İşte bu nedenle de Allah “sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez.”

Sivrisineklerle ilgili olarak genelde bilinen, onların kan emici yaratıklar oldukları ve kanla beslendikleridir. Oysa bu pek de doğru bir bilgi değildir. Çünkü sivrisineklerin tamamı değil sadece dişileri kan emer. Ayrıca dişilerin kan emme sebepleri beslenme ihtiyaçları değildir. Hem dişiler hem de erkeklerin besinleri çiçek özleridir. Dişilerin, erkeklerden farklı olarak kan emmelerinin tek nedeni, taşıdıkları yumurtaların olgunlaşmak için kanda bulunan proteinlere ihtiyaç duymalarıdır. Başka bir deyişle dişi sivrisinek sadece türünün devamını sağlamak için kan emer. Sivrisinek kan emmeye başlamadan önce, vücudunda salgıladığı özel bir sıvıyı soktuğu canlının damarında açtığı deliğin içine bırakmaktadır. Bu sıvı, kandaki pıhtılaşmayı sağlayan enzimi etkisiz hale getirir. Böylece, pıhtılaşma sorunu olmadan, sivrisinek besinine ulaşabilir. Sivrisineğin soktuğu yerde oluşan kaşıntı ve şişmeye neden olan da işte bu pıhtılaşmayı engelleyici sıvıdır.

Küçücük bir sivrisineğin sahip olduğu beslenme, üreme, solunum, kan dolaşımı gibi sistemler düşünüldüğünde, Allah’ın ayetlerinin sınırsızlığı daha iyi anlaşılmaktadır. Allah’ın ayette dikkat çektiği bu canlıdaki kusursuz tasarım, şuurlu ve bilinçli davranışlar bize sivrisineklerin tesadüfen oluşamayacakları gerçeğini açıkça göstermektedir. Onu böyle üstün ve hayranlık verici bir sisteme sahip kılan ise, bütün canlıları yaratan, göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbi olan Yüce Allah’tır.

Bu konuda asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi’nin sinekler hakkındaki yazısını aşağıya. Lütfen dikkatli okuyunuz. Tam bir hikmet dersi değerindedir.

“Büyük bir âyetin küçük bir nüktesidir. Şöyle ki:”

“Güz mevsiminde, sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte, hodgâm insanlar, cüz’î tâcizleri için sinekleri itlâf etmek üzere hapishanedeki odamızda bir ilâç istimâl ettiler. Benim fazla rikkatime dokunmuştu. Odamda çamaşır ipi vardı. Bilâhare, o insanların inadına, sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüştü’ye dedim: “Bu küçücük kuşlara ilişme; başka yere ser.” O da, kemâl-i ciddiyetle, dedi ki: “Bu ip bize lâzımdır; sinekler başka yerde kendilerine yer bulsun.”

“Her ne ise… Bu lâtife münâsebetiyle, seher vaktinde, sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki:”

“Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet, bir kitap, kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek, sinek cinsi de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki, Fâtır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş.”

“Evet, Kur’ân-ı Hakîmin,

“Cenâb-ı Hakk’tan başka, bütün esbab ve ulûhiyetleri ehl-i dalâlet tarafından dâvâ edilen âliheler içtimâ etse, bir sineği halk edemezler. Yani, sineğin hilkati öyle bir mûcize-i Rabbâniyedir ve bir âyet-i tekvîniyedir ki, bütün esbab toplansa, onun mislini yapamazlar, o âyet-i Rabbâniyeye muâraza edemezler, taklidini yapamazlar.” (Hac Sûresi, 22:73)

meâlindeki âyetine ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrud’u mağlûp eden; ve Hazret-i Mûsâ (a.s.) onların tâcizlerine karşı müştekiyâne, “Yâ Rab, bu muacciz mahlûkları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince, ilhâmen cevap gelmiş ki: “Sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: ‘Yâ Rab, bu koca kafalı beşer Seni yalnız bir lisân ile zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin, binler lisân ile Sana zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı.”‘ diye, Hazret-i Mûsâ’nın (a.s.) şekvâsına bin itiraz kuvvetinde hikmet-i hilkatini müdafaa eden sineğin; hem gayet nezâfetperver, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu tâife, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kàsırdır; daha o vazifeyi ihâta edememiş.”

“Evet, Cenâb-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyat bulunan hayvânât-ı bahriye cenazelerini toplamak ve deniz yüzünü cenazelerle âlûde, müstekreh manzaradan kurtarmak için, sıhhiye memurları nev’inden gayet muntazam âkilüllâhm bir kısım hayvânâtı halk etmiş. Eğer o bahriye sıhhiye memurları gayet muntazam vazifelerini îfâ etmeseydiler, deniz yüzü ayna gibi parlamayacaktı. Belki hazîn ve elîm bir bulanıklık gösterecekti.”

“Hem her günde milyarlarla yabanî hayvanlar ve kuşların cenazelerini toplamakla rû-yi zemini o taaffünattan temizlemek ve zîhayatları o elîm, hazîn manzaralardan kurtarmak için, nezafet ve sıhhiye memurları hükmünde olan kartallar misilli, kerâmetkârâne, gizli ve uzak, beş altı saat mesafeden bir sevk-i Rabbânî ile o cenazenin yerini hisseden, giden ve kaldıran âkilüllâhm kuşları ve vahşî hayvanları halk etmiş. Eğer bu berriye sıhhiyeleri gayet mükemmel, intizamperver ve vazifedar olmasa idiler, zemin yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı.”

“Evet, âkilüllâhm hayvanların helâl rızıkları, vefat etmiş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, cezâ görürler. “Boynuzsuz olan hayvanın kısâsı kıyâmette boynuzludan alınır” diye ifade-i hadîsiye gösteriyor ki: (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2: 235) Gerçi cesetleri fenâ bulur; fakat ervahları bâkî kalan hayvânât mâbeyninde dahi, onlara münâsip bir tarzda, dâr-ı bekàda mücâzat ve mükâfatları vardır. Ona binâen, canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır, denilebilir.”

“Hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak vazifesiyle karıncaları nezâfet memurları olarak, hem nimet-i İlâhiyenin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten ve hakàretten ve abesiyetten sıyânet etmekle ve küçücük hayvânâtın cenazelerini toplamakla, sıhhiye memurları gibi tavzif olunmuşlar.”

“Aynen onlardan daha mühim, sinekleri dahi, insanın gözüne görünmeyen, hastalıkların mikroplarını ve madde-i semmiyeyi temizlemekle, sinekler muvazzaftırlar. Değil mikropların nâkıleleri, bilâkis, muzır mikropları mass, yani, emmek ve yemekle o mikropları imhâ, o madde-i semmiyeyi istihâleye uğratırlar, çok sârî hastalıkların önünü alırlar. Hem sıhhiye neferleri, hem tanzifat memurları, hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise, onların gayet kesretidir. Çünkü kıymettar, menfaattar şeyler teksir edilir.”

“Ey hodgâm insan! Sineklerin binler hikmet-i hayatiyesinden başka, sana âit bu küçücük faydasına bak, sinek düşmanlığını bırak: Çünkü, gurbette, kimsesiz, yalnızlıkta sana ünsiyet verdiği gibi, gaflete dalıp fikrini dağıtmaktan seni ikaz eder. Ve lâtif vaziyeti ve abdest alması gibi yüzünü, gözünü temizlemesiyle, sana abdest ve namaz, hareket ve nezâfet gibi vazife-i insâniyeti ihtar eder ve ders veren sineği görüyorsun.”

“Hem sineğin bir sınıfı olan arılar, nimetlerin en tatlısı, en lâtifi olan balı sana yedirdikleri gibi, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda, vahy-i Rabbânîye mazhariyetle serfirâz olduğundan, onları sevmek lâzım gelirken, sinek düşmanlığı, belki insana dâimâ muâvenete dostâne koşan ve her belâsını çeken o hayvânâta düşmanlığı gadirdir, haksızlıktır. Muzırların yalnız zararlarını def için mücâdele olabilir. Meselâ koyunları kurtların tecâvüzünden korumak için onlara mukàbele edilir. Acaba hararet zamanından vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık ve bazı mevâdd-ı muzırrayı hâmil evridede cereyan eden mülevves kana musallat, belki memur olan sivrisinek ve pireler fıtrî haccâmlar olmasınlar mı? Muhtemel…”

“Nefsimle mücâdele ettiğim bir zamanda, nefsim kendinde gördüğü nimet-i İlâhiyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura, iftihâra, temeddühe başladı. Ben ona dedim ki: “Bu mülk senin değil, emânettir.” O vakit nefis gurur ve iftihârı bıraktı, fakat tembelliğe başladı. “Benim malım olmayana ne bakayım? Zâyi olsun, bana ne?” dedi. Birden gördüm: Bir sinek, elime kondu, emânetullah olan gözünü, yüzünü, kanatlarını güzelce temizlemeye başladı. Bir neferin mîrî silâhını, elbisesini güzelce temizlediği gibi, sinek de temizliyordu. Nefsime dedim: “Bak.” Baktı, tam ders aldı. Sinek ise, mağrur ve tembel nefsime hoca ve muallim oldu.”

“Sinek pisliği, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki, bazan tatlı bir şuruptur. Fakat sinek, yediği binler muhtelif muzır maddelerin ve mikropların ve semlerin menşei olmakla, sinekler küçücük istihâle ve tasfiye makineleri hükmüne geçmeleri hikmet-i Rabbâniyeden uzak değildir, belki şe’nindendir. Evet, arıdan başka sineklerin bazı tâifeleri var ki, muhtelif ve müteaffin maddeleri yerler, mütemâdiyen pislik yerine katre katre şurup damlatırlar. O semli, müteaffin maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı, şifâlı bir şuruba tebdil ederek, bir istihâle makinesi olduklarını ispat ederler. Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük bir milleti, bir tâifesi olduğunu göze gösterirler. “Küçüklüğümüze bakma. Tâifemizin azametine bak, ‘Sübhânallah’ de” diye lisân-ı hal ile söylerler.”(Lem’alar, Yirmi Sekizinci Lem’a, Üçüncü Nükte.)

loading...