loading...

Dini Bilgiler

Sahabenin 3 Aylar Programı

By  | 

Üç Aylar, gönül dünyamıza bahar neş’esi getiren, yeniden derlenme, toparlanma ve hayat bulma mevsimidir. Sahabe-i kiram bu mevsimde neler yapmıştır? Sahabenin Üç Aylar programı…

loading...

Fikirde, ruhta, topyekün hayatımızda yeni bir hamle devresidir. İnsanı tedricî bir temizliğe tabî tutar bu mevsim.

loading...

İlkbaharda açan çiçekler gibi… esen ılık rüzgarlar gibi… mü’minin gönlünde sevinç çiçekleri açar, mahabbet yelleri eser bu mevsimde.

Duygular coşar… Gazab-öfke, kin, nefret, hased, kibir, gurur, riya gibi kötü huylar bu aylarda esen saba rüzgarları önünde uçar gider… Merhamet, şefkat, tatlı dil, güleryüz, afv, müsamaha-hoşgörü, cömertlik gibi güzellikler yeşerir mü’minde. Aşk, şevk, heyecan gelir. Bir yere varmak ister içi. Hep güzelliklere açılmak, iyiiklere ulaşmak, iyilerle beraber olmak ve Allah Teala’nın rızasına ermek ister.

Üç aylar gelip geçici lezzetlere aldanan, fanî pırıltılara kanan, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya dalanlara, Rabbımızdan bir uyarı, bir ikaz hatta ihtardır, intibaha gelmemize, gafletten uyanışımıza, silkinip kendimize gelmemize ve mağfiret olunmamıza vesiledir bu aylar…

RAHMETİM, GAZABIMI GEÇMİŞTİR

“Rahmetim, gazabımı geçmiştir.” buyuran, Yüce Allah -Celle Celalühü- kullarına rahmetiyle muamele edebilmek için vesileler arıyor adeta… Dünya hayatındaki sıkıntılarımızda kulu kula vesile kılan, ahiretimizi kurtarabilmek için türlü türlü ibadetlerimizi necatımıza vesile kabul eden yüce Rabbımız; ömür çizgimizde zaman dilimi içinde belli vakitleri de mağfiretine vesile kılmıştır. Haftada bir Cuma gününe, senede iki bayram gecesine, aylardan Muharrem, Recep, Şa’ban, Ramazan’a dikkatlerinini çekerek, İslam’ı daha diri daha canlı yaşamamızı, yeniden dirilişimizi ve kulluk şuuruna ermemizi istiyor Yüce Rabbımız.

Sevgili Peygamberimiz de: “Recep Allah’ın ayı, Şa’ban benim, Ramazan ümmetimin ayıdır.” buyurarak üç ayların kendilerine has özelliklerini, güzelliklerini ve faziletini belirterek, bu mevsimin mü’minin yüzüne açılmış fırsat yelpazeleri olduğunu duyuruyor.

Yine kainatın efendisi, Rasül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem üç aylarda: “Allahım! Receb ve Şa’ban’ı hakkımızda mübarek kıl. Bizi Ramazan’a ulaştır.” diye dua ederek; üç aylara yetişme sevincini, rahmet ayı Ramazana ulaşma özlemini, hasretini ve bu aya kavuşabilme iştiyakını her mü’minin gönlünde devamlı diri tutmasını istiyor.

O’nun “gökteki yıldızlar gibi” diye vasıflandırdığı ashabı da bu mevsime özel itina göstermiş feyiz ve bereketinden istifade için titremişlerdi.

SAHABENİN ÜÇ AYLAR PROGRAMI

Enes b. Malik -radıyallahu anh-den rivayet edildiğine göre:

* Sahabe-i Kiram Şa’ban hilalini görünce, kendilerini Kur’an-ı Kerîm okumağa verirler, çokça ve devamlı salat ü selam getirirlerdi.

* Ticaret erbabı borçlarını öderler, senelik hesaplarını toparlardı.

* Zenginler ise mallarının zekatını hesap eder, fakirlere dağıtırlardı ki, ihtiyaçlarını alabil-sinler. Sıkıntılarını giderebilsinler. Bu sayede toplum hep birlikte, neşe içinde heyecanlı, aşk ve vecd içinde Ramazanı yaşasın bayram yapabilsin.

* Hakimler, valiler, mahkumlarla görüşür, ekseriyetini afvedip, tahliye ederlerdi.

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerif, ferdî, içtimaî yönüyle üç aylarımızı nasıl geçirmemiz gerektiğini, bizlere açık bir şekilde izah etmektedir. Her meslek gurubunun kendine özgü yapacağı vazifeleri her kesimden insanların aynı heyecanı yaşayabilmesi için dikkat etmesi gerekli davranışları olmalıdır.

KUR’AN’A YÖNELMEK

Sahabe-i kiram’ın bu mevsimde Kur’an’a yönelmeleri üzerinde hakikaten çokça durulmalıdır. Mü’minlere “şifa” olan Kur’an’la dolmak, onun öğütleriyle doymak mü’min için en büyük gıdadır. Damarlarında dolaşan kanın her zerresi, Kur’an nuruyla deveran eder mü’minde… Göz, kulak onun ışığı ile görür, işitir. Akıl, fikir, onun pırıltısıyla yolunu bulur. Mü’minin irfanı, firaseti Kur’an’la açılır. Öyleyse Kur’an’ı bilmemek, onu öğrenmemek, ondan uzak yaşamak ne büyük mahrumiyyettir. Bildiği halde okumağa, düşünmeğe vakit bulamamak, Allah’ın arzında, zaman ve mekanında yaşayıp da O’nun kitabına vakit ayıramamak ne büyük gaflettir. “Allahım! bizi gafillerden, mahrum olanlardan eyleme” diye niyaz edelim Rabbımıza. Yalvaralım, yakaralım o Yüceler Yücesine…

Mü’min gafil olmamalı. Kur’an’ı hayatına yansıtma azmini, mücadele ve mücahedesini hiç bir an bırakmamalı. Çünkü o onunla vardır. Mü’minin varlığının yegane, biricik sebebidir.

Kur’an. Bu mübarek gün ve gecelerin aydınlığını fırsat bilerek Kur’an’la tanışmak, onu sevgiliden gelen mektup heyecanıyla okumak Kur’an ayı Ramazanı hatimlerle mukabelelerle karşılamak ne bahtiyarlıktır.

TUZAKLARA KARŞI

Bu mutluluğa erebilmek, Rabbımızın bir fırsat olarak önümüze açtığı bu üç ayları değerlendirmek için yapılacak çok şey var. Beşer olarak eksikliğimiz pek fazla. Dinî eğitimimizin noksanlığı, yaşıyan örnek şahısların azlığı, sözü özüne uygun, her hattı harekatı Sünnete muvafık, hali, kaliyle müessir Hak dostlarına pek çok ihtiyaç var. Zaman, zemin ve şartlar sanki mü’mini yolundan alıkoymak için kurulmuş tuzaklar, imanlar üzerine lekeler saçarak mü’minin can damarına kastetmeler, hatta alenen zulümlerle dolu bir hayat…. Mü’min derin derin düşünmeli… Düşünceyi öldürenlere, düşünerek, İslamla bütünleşerek ceza vermeli.

NEREDEN BAŞLANMALI?

Önce Tevbe… Minarelerdeki kandil lambalarının ufku aydınlattığı, İslam dünyasına manevî bir iklim getirdiği şu günlerde mü’min neler yapmalı? Nerden başlamalı? diye kendi kendine sormalı… Gönlünü, Kur’an’la, Hadisle aydınlatmağa çalışmalıdır ve kendine bir üç aylar programı hazırlamalıdır.

Bu mevsimi fırsat bilerek evvela geçmişteki hayatının muhasebesini yapmalı, kârını zararını ortaya koymalı, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” buyuran sevgili Peygamberimizin sünnetine uyarak, başını iki elinin arasına alıp için için düşünmeli. Bütün iş burdan başlıyor. Zira “Receb Allah’ın ayıdır.” buyuruluyor. Allah’ın ayında tam bir acziyet içinde Allah’a iltica etmek, sığınmak ilk işimiz olmalıdır.

O halde mü’min önce Allah’ın kapısına varacak. Kulluk niyazıyla kapıyı çalacak. Kötülüklerinden nadim olacak, pişmanlık duyacak. Rabbine tevbe ile nedametini arz edecek, istiğfar ederek gözyaşlarıyla Rabbından mağfiret niyaz edecek. Günahlarından, nedametini, pişmanlığını duyurabilmek tevbenin kabulüne işarettir. Tevbenin kabulü ise helal lokma, ısrar ve gözyaşı ister. Mü’min bilir ki, Rahman’ın rahmet deryası gözyaşları nisbetinde coşar.

Allah dostlarından biri şöyle der: “Receb, tevbe ve nedamet ayı. Şa’ban muhabbet ayı, Ramazan kurbet (ilahi yakınlık) ayıdır”

Zunnün Mısrî (k.s.) de: “Recep ekme ayı, Şaban sulama, Ramazan mahsul ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer.” diyerek mü’minin takib edeceği programı sunuyorlar adeta…

TOPRAĞA BİR TOHUM ATMAK…

Üç aylar güzelliklerin ekileceği, iyiliklerin yeşereceği bir mevsimdir. Zemin, İslam’ın bütün güzelliklerine hazırdır. Mü’min sıcak bir iklime girmenin sevincindedir. Hareketlerini hep kontrol eder. Kardeşlik duyguları coşar, mü’minlik izzeti, vekarı, heybeti gelir kendisine…Bir yetimin başını okşamanın, onun gözyaşını dindirmenin, ona sıcak bir alakanın ne derece büyük ecirler kazandıracağını düşünür. Onun ihtiyacını, onun yalnızlığını “inananlar kardeştir” düsturuyla giderebilmek ve mü’min sıcaklığını ona duyurabilmek için imanî bir vecd içinde gayret gösterir. Zira, yetim ağlarken arş’ın titrediğini bilir. Arş titremeden mü’min titremeli. O kendinden başlayarak, ailesini, akraba ve komşusunu, bütün etrafını düşünmekle mükelleftir. Komşusu açken tok yatamaz mü’min.

Her meyve kendi ikliminde yetişir. Kendi iklimini arar. Mü’minin gönül meyveleri de ılıman iklim gibi üç aylarda daha çok verir. Mü’minin gönül iklimi bu mevsimde hep sıcaktır. Gönlü açık, eli açıktır, înfak etmeyi daha çok ister. Hergün verdiğinin bir fazlasını vermeğe çalışır. Kardeşleriyle hediyeleşmeğe özen gösterir. “Hediyeleşin ki, aranızdaki mahabbet artsın.” buyuran sevgili Peygamberimizin yolunda, izinde gidebilmek için bütün gayretini sarfeder. Hastaları, akrabayı, kabirleri, salih zatları ziyaret etmeyi kendine vazife bilir. Bu ziyaretleşmenin imanı kuvvetlendireceğine, sevgi bağını oluşturacağına, birlik ve beraberliği sağlayacağına inanır, İslam toplumunun yek-vücud olmasına yardım eden unsurlar olduğunu bilir ve düşünür. Onun önderi Yüce Rasûl (s.a.): “Kardeşini tavsiye ederim, kardeşini…” buyurmuştur. Mü’min de kardeşini kendi nefsine tercih ederek, “İhtiyaç içinde olsalar bile muhacirleri kendilerine tercih ederler…” (Haşr,9) buyruğunun sırrına ermek “kamil insan” olabilmek için bu mevsimi ganimet bilir.

BİR GÖNÜL YAPTIN İSE…

Gelip-geçtiği yerlerde eza verici maddeleri kaldırmak… Karşılaştığı bir mü’mine selam vererek, hal-hatır sorup onun gönlünü almak… Otobüste, trende, vapurda büyüklere yer vermek, binerken inerken onlara öncelik tanıyarak sevgide bulunmak, hürmet göstermek… Beli iki büklüm gördüğü ihtiyarın koluna girerek yardımcı olmak, yolda kalmış yolcuya yol göstermek… Bir hastaya bir içim su vermek… Hülasa, bir gönle girmek için gayret göstermek, nezaketle hareket etmek mü’minin vermiş olduğu günlük sadakaları cümlesindendir.

Büyük aşk sultanı Yunus Emre bu sadakaları şiirinde, ne güzel ifade etmektedir.

Bir miskini gördün ise bir eskice verdin ise

Yarın anda sana gele Hak libasın biçmiş gibi

Bir hastaya vardın ise bir içim su verdin ise

Yarın anda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi

Bir gönüle girmenin, bir gönül yapmanın faziletini de şu beytiyle dile getirmek istemiştir:

Yunus Emre der hoca gerekse var bin Hacca.

Hepisinden yeğreği bir gönüle girmektir.

Nazargah-ı ilahî olan kalb evini, gönlü yıkmanın da iki cihan bedbahtlığı olduğunu belirtmişdir.

Gönül çalabın tahtı

Çalab gönüle baktı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıktı ise

Bir başka mısrasında da: “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyerek, mü’minin namazı kendisini güzel ahlaka ulaştırması gerektiğini ve gönül yıkan, gönül kıran bir kimsenin kıldığı namazı sureta namaz olmaktan dışarı çıkamayacağını ifade etmiştir.

Mü’min daima gönül alıcıdır. O gönül mimarıdır. Her insanla ülfet eder, sıcak alaka kurabilir ve çevresinde bulunan kişiler de onunla sevgi bağı oluşturabilir bir ahlaka sahibdir.

MAZLUM MÜSLÜMANLARA İLGİ

İslam’ın ilk yıllarında en faziletli amellerden birisi de “köle azad etmekti.” Bir insana insanlığını hissettirmek, şerefini iade etmek, onu hürriyetine kavuşturmak hakikaten en üstün amellerdendir. Haysiyet, izzet, şeref sadece İslam’dadır. Başı derde düşen buhrandan, sıkıntıdan, felaha ermek isteyen islamı, peygamberini iyi tanımalı, sömürülmekten, hür olarak, tam bağımsız yaşayabilmek ancak, İslamla kaimdir.

Bugün cezaevlerinde binlerce müslüman yatmaktadır. Onlar orada nasıl hayat sürerler? Bizlerden neler beklerler? Hürriyetlerine kavuşmak için elimizden ne gelir? diye hiç düşündük mü acaba? Bu mübarek günler bizlere bu kardeşlerimizi de hatırlatmalı değil mi? Ziyaretlerine giderek veya bir mektupla, bir hediye ile kitap, dergi göndererek onlara kardeşlik duygularımızı yansıtabilmeliyiz. Onların bir an evvel oradan kurtulmalarına yardımcı olmalıyız. Bu imkana sahip değilsek hiç olmazsa dualarımızda Cenab-ı Hakk’ın onlar üzerine bol bol sabır yağdırmasını niyaz etmeliyiz. Bu düşünceler içinde yaşayan mü’mine Cenab-ı Hakk’ın köle azad etmişçesine sevab verebileceğine inanmalıyız. Bütün ümmet kendi imkanı nisbetinde bir şeyler yapmalı, sızıları dindirmeli. Kendisine iltica edene, kendinden bir şey isteyene hiç olmazsa tatlı bir dil, tatlı bir ifade ile de olsa, karşılık vermeli, cevaplamalıdır. “Dualarım seninle ey kardeş!” demelidir.

“YER GÖK DUA İLE…”

Dua deyip geçeriz. “Hep dua ile olmaz, çalışmak lazım” denir… Doğrudur. Fakat izaha muhtaçtır bu sözler… Dua kavli ve fiilî diye iki kısımdır. Sözle yapılana kavli dua, bizzat işin tahakkuku neyi gerektiriyorsa, şartlarını hazırlamağa da fiilî dua denir. Birinden biri eksik olmamalı…

Büyükler “yer gök dua iledir” diyerek sünnet-i seniyyeye ittibayı ne kadar aziz bilmişler. “Dua mü’minin silahıdır.” “Dua ibadetin iliği mesabesindedir.” “Dua, rahmet-i nahiyenin ihsanına vesile, anahtarıdır.” “Dua, belayı def eder.” buyuran sevgili Peygamberimiz mü’minin hiç tükenmeyecek bir güce sahip olduğunu belirtmiştir. Şartlar ne olursa olsun “İslam en yücedir. Onun üstünde hiç bir şey yokdur” Mü’min de Allah katında böyle… Ah iman neşesine bir varabilsek…

Evet! bugün için Azerbaycan’da, Afganistan’da, Filistin’de, Batı Trakya’da hakları gasbedilen zulüm altında tanklara ezdirilen kolu-bacağı kırılan müslüman kardeşlerimize ulaşamıyor, onların cihadlarına iştirak edememenin ızdırabını yaşıyoruz. Hatta kendi ülkemizde bile… Mü’min bunları düşünmeli!…

Duaların müstecab olduğu şu günlerde… Kandil gecelerinde… ellerimizi açıp, mü’min kardeşlerimizin acılarını gönülden duyarak Allah-ü Zülcelal hazretlerine tazarru ve niyazda bulunmanın çok şeyleri değiştireceğine inanmalıyız. Herşeyin haliki Rabbımız’a arz-ı teslimiyet edelim gönüllerimizi açalım, “Güç-kuvvet sende Ya Rabb! bu ümmete merhamet et! İslam’ı ve müslümanları aziz eyle!” diye bir yalvaralım bakalım.

Her mü’min gönlünde bir kandil yakmalı ümmet için. Ümmetin birliği için.

Gönüllerimizin yumuşadığı şu mevsimde en içten duygularla Yüce Rabbımıza yalvaralım, arz-ı teslimiyet edelim. O’nun sevgili habibi, Rasul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz de bu aylarda yakarışını artırırdı. Sık sık şöyle dua ederlerdi:

“Allahım! lisanımı yalandan temizle. Kalbimi fitneden, amelimi riyadan, gözümü hıyanetten muhafaza eyle. Zira sen, kalblerde olan gizli şeyleri ve gözlerin hain bakışlarını bilirsin.”

loading...