loading...

Dini Bilgiler

Ortam Böyle Belası

By  | 

Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyur- du ki: “Üç kişi vardır ki, insanlar mahşerde hesap verirlerken onlar Allah’ın arşının gölgesinde sohbet ederler. Bunlar:

loading...

1- Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından etkilenmeyen kişi.

loading...

2- Kendisine helâl olmayan şeye elini uzatmayan kişi.
3- Allah’ın bakılmasını haram kıldığı şeye bakmayan kişi.”3

Merak ve utanma belası neticesinde günahlara giren kişi aslında bu durumundan memnun değildir ve çok ciddi pişmanlık duymak- tadır. Ancak bu pişmanlık acısını hissetmemek için kişi çeşitli baha- nelerle kendisini kandırmak ve bulunduğu durumu normal kabul etmek isteyecektir. Hatta tuzlu su içen bir kişinin susuzluğunu bas- tırmak için daha çok tuzlu su içmesi gibi, günah işleyen kişi de piş- manlık duydukça günaha daha çok batma yoluna gidebilecektir.

Bu durumda haram işleyen kişinin karşısına geçen şeytan bir hamle daha yapacak ve pişmanlıktan kurtulması adına “Üzülme, ne de olsa herkes aynı günahları işliyor” diyecektir. “Ne de olsa herkes hasta” demeye benzeyen bu durum karşısında kişi hiçbir ruhî rahatlık yaklayamasa da, vicdanî azaba sebep olan günahın as- lında normal bir durum olduğu fikrine kapılmaya başlayacaktır.

Ancak herkesin hasta olmasının, bizim hastalığımızın tedavisi- ne bir katkısı olmayacağı gibi, herkesin haramlara batmasının da hesap gününde bizim adımıza bir mazeret değeri taşımadığı or- tadadır. Hastalıkta bir olmaktan gelen tesellinin binler tecrübeyle sabittir ki, hiç kimseye bir faydası dokunmamıştır. Bu noktada en büyük zarar kişinin günah olan bir ameli, genel kanaate esir ola- rak normal kabul etmeye başlamasıdır.

Herkesin hırsızlık yapması çalınan bir malı caiz yapmayacağı gibi, harama bakma ve onun neticesinde kapısı aralanan bütün haramlar için de genelin irtikâbından hâsıl olan bir cevaz söz ko- nusu değildir.

Peygamber Efendimiz’in nurlu hayatı ve getirdiği kuralların bilinmesi ve bunları yaşayan insanlarla birlikte bulunulması, inşa- allah bu tür haramlara karşı tiksinti duymayı, neticede ise; tevbe

edip, kötü amelleri bırakmak adına ciddî bir gayret ortaya koyma- yı netice verebilecektir. Zira günahların topluluk halinde işlendiği yerler günaha girmeyi kolaylaştırdığı gibi, hayırların da cemaatler hâlinde yerine getirildiği atmosferler de insanı müspet anlamda tesiri altına alabilmektedir.

Bu durumda şeytan insanı yine serbest bırakmamakta ve sağ- dan yanaşmakta, tevbeye layık olmadığını, bu yüzle Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna nasıl geleceğini fısıldamakta ve gaflet perdesini kalınlaştırmakla pişmanlıktan kurtulabileceğini telkin etmektedir. Pişmanlık, insan için temizlenme duşuna koşması için verilmiş bir yakıt gibidir. Ancak ne yazık ki çoğu günahkâr bu yakıtı Allah’a fi- rar etmek için değil, Allah’tan firar etmek için kullanmaktadır.

Ne kadar yüzümüz olmasa da, madem hayatın sonunda ölüm ve hesap günü bulunmaktadır; O’ndan başka gidilecek kapı da yok demektir. Bu durumda pişmanlık ateşiyle, tevbe ve istiğfar duşuna koşmak aklın gereğidir. Günah zaten aklın geçici olarak hisse mağlûbiyetidir. Çünkü günahın günah olduğunu bilen ve bilerek işleyen insanın durumu, geçici tadına aldanıp zehirli bak- lavayı ağzına atan adamın durumu gibidir.

Zira zehirli bal, ağza alındığında geçici bir tat bıraksa da mideye iner inmez insan kıvranmaya başlamaktadır. Kıvranan insanın ben lâyık değilim deyip, ilâcı kullanmamak ve daha çok zehirli baklava yutmak gibi bir lüksü söz konusu değildir. Yapması gereken geçici olarak devre dışı bıraktığı aklını başına alıp, pişmanlığının da tesiriyle panzehir olan ilâçtan faydalanması, yani tevbe ve istiğfara sarılmakla Cenâb-ı Rahîm’den af dilemesidir. Diğer türlü pişmanlığı unutmak için günahı günahla örtmek, “Zaten öksürüyorum, o zaman kanser de olsam fark etmez.” demek gibi bir divanelik olacaktır.

Çok günah işleyip, fazlaca tevbe edenlere ise şeytan, farklı bir biçimde sağdan yanaşmakta ve “Hep aynı günahı işleyip, tevbe ediyorsun. Senden bir şey olmaz. Zaten tevbe etsen de yeniden

kirleneceksin.” demekte ve tevbeye giden yolları kapamaya çalışmak- tadır. Yine kirleneceğim, diye vücudumuzu yıkamamak, gusul alma- mak ne kadar saçma bir düşünce ise, yeniden kirlenebilirim diyerek pişmanlığın gereği olan tevbede bulunmamak ve manen temizlenme yollarına başvurmamak da o kadar mantıksız bir davranıştır.

Ayrıca tevbe etmek kulluğun bir parçasıdır. Zira bir hadis-i şe- rifte; “Eğer siz tevbe edip, günah işleyen bir kavim olmasaydınız. Cenâb-ı Allah sizi helâk eder. Günah işleyip tevbe eden bir ka- vim yaratırdı.”4 buyrulmaktadır. Çünkü tevbe hâlinde kulda ayrı bir tat ve koku bulunmaktadır ki, hiçbir hâlinde bu tat ve koku yoktur. Masum olan peygamberlerde dahi günahın aslı değilse de sanki bir zerresinin gölgesi diyebileceğimiz zellenin olması; biz- lere, tevbenin ne kadar esaslı bir kulluk olduğunu ve peygamber- lerde görülen inabenin kulluğu taçlandıran ne kadar değerli bir hâl olduğunu hatırlatmaktadır.

Güzel olan bu tevbe hissinden hareketle, haramlardan tama- men sıyrılmak, çarpışma hattını önce mekruhlar, sonra şüpheli- ler, nihayet meşrular çizgisine çekerek selâmette kalmaktır. Lâkin biz beşeriz ve sürçmelerimiz, tökezlemelerimiz her zaman mevzu bahistir. Her kulluk dairesinde tevbe, evbe hakikatleri mutlaka farklı dalga boylarında hükmünü devam ettirecektir. Bütün bun- ları noktayı nazara almak, insanı tevbeden uzaklaştırmak şöyle dursun, ona doğru kanatlandıracak hususlar olsa gerek.

‘Ortam böyle’, ‘zaten herkes yapıyor’, ‘bu zamanda da başka türlü olur muymuş’ gibi belâların üstesinden gelebilmek için,

Bir amelin iyi – kötü, doğru – yanlış, güzel – çirkin olması hu- susunda yegane belirleyicinin Cenâb-ı Hak olduğunun bilinmesi,

Haramların cemiyet hâlinde bile işlenilse hesap gününde bir mazereti olmayacağının bilinmesi,

Gül alıp, gül satan ve tabi ki gül kokan insanlarla birlikte olmakla, günahı kerih görme psikolojisinin kaybedilmeyeceğinin bilinmesi,

Eğer harama girmemize sebep olan ortam ise ortamımızı değiştirmek gerektiğinin bilinmesi,

Ve en kötü hâllerimizde olduğu gibi, bize en sevimli görü- nen hâllerimizde dahi tevbe ve istiğfarın yerinin vazgeçilmez ol- duğunun bilinmesi gerekmektedir.

loading...