loading...

Dini Hikayeler

Yüz Yıl Uyuyan Adam

By  | 

Çok eski zamanlarda bir delikanlı vardı. Bu delikanlı küçük bir köyde yaşıyordu. Her zaman çok düşünceli bir hâli vardı. Çünkü onun en çok sevdiği şey, kâinat kitabını tefekkür etmekti.

loading...

O bu amaçla sık sık köyünden uzaklaşıyor, yüksek bir yere çıkıp etrafındaki mahlukatın güzeliklerini izliyor ve Rabbinin büyüklüğünü kavramaya çalışıyordu. Gece olduğunda da gökyüzüne bakıyor, ayı, yıldızları seyre dalıyor ve:

loading...

– Kim bilir ya Rabbi, oralarda gözle göremediğimiz daha nice gezegenler vardır. Güç ve kudretini müşahede ettikçe ne kadar aciz bir varlık olduğumu daha iyi anlıyorum. Bu arada yaratmış olduğun bunca mahlukatı görüp hâlâ sana isyan eden kişileri gördükçe de şaşıyorum, diyordu.

Delikanlı bir gün yanına merkebini de alarak en çok sevdiği şeyi yapmak yani tefekkür etmek için yola çıktı. Köyünden bir hayli uzaklaştı. Daha önce hiç görmediği bir yere gelmişti. Uzaktan gördüğü kadarıyla burası terk

edilmiş bir yere benziyordu. Biraz yaklaşınca daha iyi anlamıştı. Evet yıkıntılardan anlışıldığına göre burası çok önceleri insanların yaşadığı bir köydü. Ancak zamanla köy- de yaşayan insanlar ölmüş, evler yıkılmış ve ortaya böyle harabe bir yer çıkmıştı.

Hava kararmıştı. Delikanlı, “Sabah olunca köyüme dö- nerim.” diye düşündü ve kendisine sığınacak bir yer aradı. Merkebine binip az ileride, köyü tam karşıdan gören bir mağara gördü. Oraya sığındı. Merkebini de mağaranın yanındaki bir ağaca bağladı.

Genç, gecenin o kendine has büyüleyici atmosferi için- de yine derin düşüncelere daldı. O sırada gözleri ay ışığı altında kalan köyün kalıntılarına takıldı. İşte o an tıpkı Hz. İbrahim gibi inancında zerre kadar şüphe olmamasına rağmen gözlerinin de şahit olması için içinden şöyle ge- çirdi:

– Yıkılıp harap olmuş şu köyü Rabbim tekrar canlandırıp eski hâline getirebilir mi?

İçinden bunları geçiren delikanlı birden derin bir uy- kuya daldı. Onun bu derin uykusu tam yüz yıl sürmüştü. Yüz yıl sonra Cenab-ı Hakk’ın emriyle uyanıverdi. Sabah olmuştu. Sığındığı mağaradan dışarı çıkınca bir de ne gör- sün! Önünde insanların çalıştığı, hayvanların dolaştığı, çocukların oynaştığı bir köy vardı. Çok şaşırmıştı. Bir o ka- dar da korkmuştu. Anlam veremedeği olağanüstü şeyler oluyordu.

Bu sırada ileride çalılıkların arasından bir adam kendi- sine doğru yaklaşmaya başladı. Delikanlı bu kişinin köy

halkından birisi olduğunu düşündü. Ama öyle değildi. Bu şahıs Allah’ın insan suretinde kendisine gönderdiği bir me- lekti. Melek selam verip gencin yanına oturdu ve kendisi- nin Allah tarafından gönderilen bir melek olduğunu söyle- di. Ardından ona sordu:

– Ne zamandır buradasın?

– Dün geceden beri.

– Hayır sen, tam yüz yıldır buradaydın. Allah seni in- sanlara örnek olasın diye yüz yıldır burada sakladı. İstersen merkebine bak.

O sırada gencin gözleri merkebini aradı. Nasıl da unutmuştu. Eşeğini mağaranın önüne bağlamıştı. Acaba nereye gitmişti diye düşünürken merkebini bağladığı yerde kemik izleri gördü.

Melek söze girerek konuşmaya devam etti:

– İşte o kalıntılar, merkebine ait. Yüz yıldır orada yatıyordu. Kemikleri de çürüyerek o hâle geldi.

O an olağanüstü bir şey daha olmaya başladı. Gencin merkebinin kemikleri etlenmeye ve canlanmaya başladı. Merkebi eski hâline gelmişti.

Bütün bu olup bitenlere gözleriyle şahit olan genç şun- ları söyledi:

– Şimdi daha iyi anladım ve inandım ki Senin gücün her şeye yeter Allah’ım. Bütün kâinatı yoktan var edip yarattığın gibi öldükten sonra bizi tekrar yaratacaksın. Şu kâinatın tek hâkimi Sensin. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ediyorum. Senin şanın ne yücedir!

Kıssadan Hisse

1. Tefekkür, müminin hayatında çok önemli bir yer tu- tar. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardına gelmesinde aklı başında olan kimseler için gerçek- ten açık ibretler vardır.” (Ali İmran, 3/190) Ayın, güneşin ahenk içinde doğup batmasında, nizamın baş döndürücü bir key- fiyetle cereyan edip durmasında, düşünebilen kimseler için ibretler vardır. Bu âyet-i kerime, tefekkür mevzuunda açık bir delildir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Bir insan bu âyeti okur da düşünmezse, yazıklar olsun ona” buyururlar. Ümmü Seleme validemiz, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sel- lem), bu âyet nâzil olduğu zaman veya bu âyeti okurken, ağladığını nakleder. Düşünmeye açılan bir kapı ve tefekkür iklimine açılan yollarda birer rehber sayılan bu ve emsali âyetler, İslâm’da düşünce hayatının buudlarını göstermesi bakımından çok önemlidir.

Düşünmenin ilk esası olarak; okuma, kâinat kitabını mü- talaaya alışma, sinesini Hakk’tan gelen esintilere, kafasını dinin prensiplerine karşı açık tutma, varlığa, onun mukad- des tercümesi sayılan Kur’ân penceresinden bakma gibi hususları sıralayabiliriz.

2. Yeryüzünde olup biten şeyleri tefekkür ettiğimizde bir an olur ki, o anda her şey var olma ve dirilme havası içinde cereyan eder. El ele, omuz omuza, diz dize, bütün mahlu- kat Cenâb-ı Hakk’ın karşısında resmi geçit vaziyeti alıyor gibi hazır vaziyet alırlar. Ağaçlar, otlar, yeşillikler ve bütün çemenzâr, formalarını takan askerler gibi, Cenab-ı Hakk’ın

karşısında boy boy dizilirler. Başka bir an olur ki, yapraklar dökülür, varlıklar enkaz hâline gelir ve zemin çöl manzarası arz etmeye başlar. İlkbaharda, yeryüzünü alabildiğine cazi- bedarlık içinde görmemize karşılık, hazan mevsiminde, yıkıcı, sökücü ve götürücü rüzgârların ardından, her şeyin yüzüne kül elenmiş gibi bir manzara müşahede ederiz. Sonbaharda çölde yürüyor gibi yürürüz. Hele kış basıp da kar düşen yerlerde, hayattan ve canlılıktan eser kalmaz gibi olur. Ağaçlar kupkuru kemik hâline gelir. Otlar çürür, hayatları biter.

Fakat ilkbaharda bu enkaz yeniden canlanmaya başlar. Bir de bakarsınız, o kül üzerinde yan gelmiş yatan ağaçlar, bütün süs ve zinetlerini takınır ve Allah’ın karşısında kıyama dururlar. Ağaçlar altında pörsümüş ve solmuş o otlar, çiçekler ve toprağın altındaki tohumlar yeniden neşv ü nema bulup dirilmeye başlarlar. Bütün haşerat ölüm uy- kusundan uyanıp gözlerini açarlar, teneffüs edecekleri ter- temiz havanın yüzlerini okşadığını hissederler. Rızıklarını, toprağın sinesinde yeşillikler hâlinde stok edilmiş olarak bulurlar. Her baharda Cenâb-ı Hakk, milyonlarca mahlu- kat çeşitini bunun gibi haşr ve neşreder.

İşte bu umumî haşr; o kadar canlı cereyan etmektedir ki, buna bakan herkes şu kanaate varır: Biz de öldükten sonra, aynen bunlar gibi, öbür âlemin baharında haşr ve neşr olacağız. Kur’ân-ı Kerim,

“De ki: “Dünyayı gezin dolaşın da, Allah’ın yaratma- ya nasıl başladığını anlamaya çalışın! Sonra, Allah tekrar yaratmayı da (ölümden sonra diriltmeyi de) gerçekleştirecektir. Allah elbette her şeye kadirdir.” (Ankebût, 29/20)

“İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rûm, 30/50) diye- rek bu hakikate işaret etmektedir.

Bir sahifede, milyonlarca kitabı birbirine karıştırmadan yazıp nazarımıza arz eden bir Zat, formalarını söküp dağıttığı bir kitabı ikinci defa aynı şekilde bir araya getireceğini vaad etse, bu O’nun kudretinden uzak görülebilir mi? Yoktan, bir makineyi icat eden sanatkâr, daha sonra bu makineyi sö- küp dağıtsa ve ikinci defa aynı makinayı monte edeceğini söylese, bu, inkâr edilebilir mi? Hiçten ve yoktan bir or- duyu meydana getirip intizam altına alan bir kumandan, istirahat için dağılmış bir orduyu, bir boru sesiyle tekrar toplayabileceğini söylese, ona karşı, “Hayır yapamazsın.” denilir mi?

İşte bu basit misaller dahi ahiretin inkârının mümkün olmadığına kanaat getirtmeye kâfidir. Hâlbuki bunun mi- sali üç-beş değil, üç yüz bin, belki milyonlarcadır.

3. Allah’ın sevgisini kazanmak için tefekkür çok önem- li bir rampadır. Bir saat tefekkür bazen inanan insanın imanında öyle bir derinlik kazandırabilir ki, bu kazanımı uzun zamanlar yapılacak ibadetler gerçekleştiremeyebilir.

loading...