loading...

Dini Bilgiler

Kabeyi Yıkmaya Gelenler…

By  | 

Şebnem Dergisi yazarlarından Zehra Eriş Hanımefendi, derginin Şubat sayısında Fîl Sûresinin tefsirini yapıyor. 

loading...

1) Rabbinin fil sahiplerine nasıl yaptığını görmedin mi?

loading...

Âyetteki hitap, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’edir. Buradaki “görme” işi, bilme ve hatırlatma mânâlarındadır. Çünkü tarihî vak’a olarak bu hâdise, Peygamber Efendimiz dünyayı teşrîf etmeden çok kısa bir zaman önce gerçekleşmiştir. Fakat bunu gören, bilen o kadar çok kimse vardır ve bunların pek çoğu, bu âyetler indiği esnada hayatta olduğu için hâdise, gözle görülmüş kadar kesin bir bilgi ve yakınlık ifade etmektedir. Mütevâtir bir haberdir.

Âyet-i kerimede Allah Teâlâ’nın “ne yaptığı”ndan çok “nasıl yaptığı” öne çıkarılmıştır. Hâdisenin “mâhiyet”inden çok “keyfiyet”ine dikkat çekilmiştir. Başka bir ifadeyle, âyet-i kerîme, fil sahiplerinin helâk oluşunu değil; bu helâkin nasıl gerçekleştiğine vurgu yapmaktadır. Elbette küçücük kuşların, mini minnacık taşlarla koca bir orduyu yere sermesi, Allâh’ın kudret, azamet, ilim ve sanatının büyüklüğüne işaret eder.

Burada “er-Rab” kelimesi yerine “Rabbüke: Senin Rabbin” tabirinin kullanılması; öncelikle bir tahsis mânâsı ifade eder. Yani, “Ben, Senin Rabbinim; onların değil!” Bir de “Ben fil ordusunu bu şekilde cezalandırmayı, Senin peygamber olarak gelişini kutlamak ve Seni yüceltmek için yaptım!” demektir.

İki kişi arasındaki dostluk ve beraberlikte, birisi birisine nisbet edileceğinde, seviyece altta olan, üsttekine izafe edilir. Meselâ “Ammar, sâhibu’n-Nebî; Ammar, Peygamber’in ashâbındandır.” denir. Burada Kâbe’yi yıkmak fikriyle yola çıkan bu topluluğa, “Ashâb-ı Fîl” denmesi, ordunun seviye, ahlak vb. açılardan “fillerden de aşağı” bir derekede olduğunu gösterir. Çünkü ordunun başındaki fil, Mekke yakınlarına geldiğinde, ne zaman Kâbe’ye döndürülse gitmemiş, aksi istikamette döndürüldüğünde ise hareket etmiştir. O, hayvan olduğu hâlde âdeta, “Hâlıka isyan olan bir konuda mahlûka itaat yoktur!” demek istemiştir.

Bu hâdise, “irhas”lardan kabul edilir. İrhas, peygamberlerin peygamberlik iddiasından önce ortaya çıkan mûcize benzeri olağanüstü hâdiselerdir. İrhas’ın maksadı, insanları bir peygamberin gelişine hazırlamaktır.

Bu hâdise, Araplar açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuş ve bu yılı, “Fil yılından şu kadar yıl önce veya sonra…” diye bir tarih başlangıcı olarak kullanmaya başlamışlardır.

Bu hâdisenin işaret ettiği bir husus da, sırf şirk ve küfür dolayısıyla bir insanın canına kıyılmamasıdır. Savaş hâllerinde bile yaşlılar, körler, ibadethânelerde bulunan gayr-ı müslim din adamları zarar görmez. Çünkü bunlar, inançları ve yaşayışları ile kimseye zarar vermezler. Rabbimiz, ebâbil kuşlarını, Kâbe’yi putlarla dolduran Mekkelilere değil de, o Kâbe’yi yıkıp bura halkına zulmetmeye azmetmiş zâlim gürûha göndermiştir. O hâlde şunu söyleyebiliriz: Ne zaman ki, “hakk-ı ibâd: kul hakkı” devreye girer, o zaman suçluyu cezalandırmak gerekir. İşte bu hikmetledir ki, bir insan Müslüman da olsa, bir insanın canına kıydığı için kendisine kısas tatbik edilir. Kâtilin müslüman olup olmadığına bakılmaz.

***

أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ

2) Onların düzenlerini, tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

Âyet-i kerîmede geçen “keyd” kelimesi, “mekr” gibi, gizli bir suikast tertip etmek, başkasına bir zarar vermek için gizli bir şekilde tedbir kurmak, kumpas hazırlamak demektir. Hileli bir tedbire dayandığı için harp ve çatışmayı da içine alır.

Ebrehe’nin Yemen’den fillerle Kâbe’yi yıkmak için yola çıkması gizli bir hâdise değildi. Ancak onun niyeti, Kâbe’yi yıkarak Kureyş’i ezmek; Arapların gözünü korkutarak bölge ticaret yollarını kontrolü altına almaktı.

Cenâb-ı Hak, her zaman olduğu gibi (Bkz: el-Mü’min, 25) yine kâfirlerin tuzağını boşa çıkarmıştır. Aynı şekilde kâfirlerin duâları da boşa gitmektedir. (er-Ra’d, 14)

***

وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ

3) Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.

“Tayran” kelimesi, uçan kuşlar demektir. Başında (el takısı bulunmadan) nekra şeklinde gelmesi, bu kuşların daha önce pek bilinmeyen, garip birtakım kuşlar olduğuna işaret eder. Nitekim kuşların özelliğini anlatan “Ebâbil” kelimesinin de “birbiri ardınca giden”, “çok miktarda olan”, “değişik, ardı ardına giden”, “her yerden gelip toplanmış olan” mânâlarını taşıdığı ifade edilmiştir.

Râvilerin ortak söylediği husus ise, bu kuşların gagalarında bir, pençelerinde ise iki taş bulunduğudur. Mekkelilerin bazıları, bu taşları saklamışlardır.

***

تَرْمِيهِم بِحِجَارَةٍ مِّن سِجِّيلٍ

 4) Onlara ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atıyorlardı.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kuşların gaga ve ayaklarında getirdikleri taşların üzerinde kimi öldüreceği yazıyordu. Bu taşlar, o şahsa isabet ediyor; bedenini delip geçiyor, hattâ neredeyse düştüğü toprağa girip kayboluyordu. Dokunduğu bedenlerde kabarcıklar oluşturuyor, kaşıntı meydana getiriyor ve o bölge kısa zamanda kangrene dönüp ölüme sebep oluyordu.

Bu taşlar hakkında yine nekra olarak “bi-hicâratin” tabiri kullanılması, taşların pek bilinmeyen özellikler taşıdığını göstermektedir. Taşları niteleyen “Siccîl” kelimesi için de, “katı ve sert”, “kuvvetli”, “cehennemden gelmiş”, “ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar” mânâları verilmiştir.

***

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَّأْكُولٍ

5) Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi.

“Asf”, ekin yaprağı demektir. Bu ekin yaprağının özellikleri noktasında, tefsirlerde şu rivâyetler vardır: “Tarlada hasad sonrasında kalan, rüzgârın kırıp geçirdiği, hayvanların yediği ekin yaprağı… Kırılıp savrulan saman… İçi yenilen, kabuğu kalan tane…”

“Fecealehüm” kelimesinin başında yer alan “fe” harfi, hem sebep, hem de takibiyet bildirmektedir. Yani, taşlar sebebiyle bu hâle geldiler ve taşlar düşer düşmez, çok kısa bir zamanda yenilmiş ekin tarlasına dönüverdiler, demektir.

Bu fecî hâdise, fil ashâbı açısından ne kadar acı bir âkıbet ise, buna şâhid olan Mekkeliler için de o kadar büyük bir ibret vesilesidir. Rabbimiz, içi putlarla dolu da olsa, beytini (evini) korumuş ve bu bölge halkını, ayak sesleri duyulmakta olan Son Peygamber’e hazırlamıştır.

Bu sûre, Peygamber Efendimize bir ikrâm, mü’minlere bir müjde, kâfirleri korkutma ve bilhassa o nîmetin kıymetini bilemeyen Kureyş kâfirlerini imtihan ile azarlamadır.

Âriflerin lisânıyla, son cümle olarak şöyle diyebiliriz: “Kim ki, Allâh’a tam bir ihlas ve tevekkülle bağlanırsa, O -celle celâlühû-, mahlûkâtın en nârini (bir küçücük kuş) ile, en irisini (bir fili) dize getirir.”

loading...