loading...

Dini Bilgiler

ORUCUN BİLİNMEYEN MÜKAFATI

By  | 

Tasavvufun klasik döneminin en önemli isimlerinden biri kabul edilen Ebu Bekir Muhammed Kelâbâzî orucun bilinmeyen yönlerini anlatıyor.

loading...

Arapça karşılığı savm olan oruç İslâm’ın beş şartından biridir. Tasavvufi olarak samediyyet sıfatıyla sıfatlanmak üzere, beşeri olarak hoşa giden şeyleri yapmaktan sakınmak demektir. Bu, herkesin gücü yani orucu nisbetinde olur; neticede, o kişide Hakk’ın tecellîleri zuhur eder. Bu tür kendini riyazete sokma, ömürde hiç olmazsa bir ay tecrübe edilmelidir. Kalbin orucu ise sürekli Allah’ı tefekkür etmektir. Tasavvufi manada sivayı düşünmek, kalbe getirmek orucu bozar.[1][2]

loading...

İslamî ilimlerin hepsiyle ilgili kendine mahsus bir usûl geliştiren tasavvufun zâhir ve bâtın birlikteliği vurgusu yaparak nasları ele aldığı bilinmektedir. Ayet ve hadislere öncelikle amel edilmesi gereken prensipler olarak bakan sûfiler, yaşamlarını bu prensipleri en ince ayrıntısına kadar meslek edinircesine yaşamaya, sülûka adamışlardır. Seyr u sülûkte yani tasavvufi eğitimde riyazet önemli bir yer tutar. Riyezetin en temel unsurlarından biri de oruçtur.[3] Mücâhede, nefsi iyiliğe zorlamak, riyazet ise onu bu işe alıştırmaya çalışmak olarak da tanımlanmıştır.[4]

Tasavvufun klasik döneminin en önemli isimlerinden biri ve sistemin kurucularından kabul edilen Ebu Bekir Muhammed Kelâbâzî (v.380/990) zühd hareketi olmaktan çıkıp, sistemleşme yoluna giren tasavvufun önemli şahsiyetlerindendir. O, Tasavvufun kavramlarının da ilk oluşturucularındandır. Bu yazıda Kelâbâzi’nin oruçla ilgili yorumları ele alınacaktır.

KELÂBÂZÎ’NİN ORUÇLA İLGİLİ YORUMLARI

Her şeyden önce Kelâbâzî’ye göre oruç, Allah’ı görerek halkı görmekten uzak olmaktır. O, “Ben Rahman olan Allah’a oruç nezrettim, bugün hiçbir kimse ile konuşmam.”,[5] ayetini de bu bağlamda değerlendirir ve Hz. Meryem’in bu sözleriyle ilgili şöyle der: “Oruç hâlinde Hakk’ı görerek halkı görmekten uzak olduğumdan hiçbir şeyin oruçla meşgul olmama mani olmasını ve oruçla olan ilgimin kesilmesine yol açmasını uygun görmem.”[6] Yani oruç sadece Allah’ı görmeye ve Allah’la beraber olmaya vesile olan en önemli ibadetlerden biridir

TASAVVUFİ BAKIŞ AÇISIYLA ORUCUN ANLAMI

Kelâbâzî oruç konusunda fıkhî hukukî bilgiler vermeksizin hadislerde zikredilen hususlara tasavvufî yorumlar getirir. Meselâ, “Orucun mükâfâtı, Benim” hadisinde Allah’ın orucu Kendisine izafe etmesi üzerinde önemle durur ve bu konu üzerinde muhtelif yorumlarda bulunur. Kelabazi’nin konuyla ilgili yorumları şöyledir:

1- Oruç, başkalarının görmesi ve bilmesinin zor olması dolayısıyla, riya ve süm’adan uzak olur. Allah bundan dolayı orucu kendisine izafe etmiş olabilir.[7]

2- Oruçlu yemiyor içmiyor, Allah da kendisini bu şekilde vasfediyor: “Besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah’tan başka dost mu tutayım?”[8] Böyle olunca, sanki oruçlu, beşere yaraşır tarzda Hakk’ın sıfatlarından biriyle muttasıf oluyor. Bu sıfatın kemâli, Rubûbiyyet’in gereği olarak Allah’a aittir. Diğer ibadetlerden farklı olarak, Allah’ın orucu kendi nefsine izafesi bundan olabilir.

3- Ayrıca, oruçta Allah rızasını talep için nefisten yüz çevirmek de vardır. Çünkü insan, oruç dolayısıyla nefsin lezzetlerinden (yeme, içme, şehevî arzular vs.) vazgeçmektedir. Allah rızası için nefsin lezzetlerinden vazgeçenin Allah’la kendi arasında örtü kalmaz. Bundan dolayı da “Oruç Benimdir” denilmiş olabilir.

4- Diğer ibadetlerden farklı olarak, orucun Allah tarafından ödüllendirilmesini, kulun hakkı olarak değil de, Rablığın bir keremi olarak gören müellif şöyle der; “Sanki Cenab-ı Hakk oruçluya şöyle buyurur: “Yemekten kendini alıkoymak senin değil, benim sıfatımdır. Üstelik sen, benden dolayı zorluğa katlandın, yemeni, içmeni ve şehevî arzularını benim için terk ettin. Kudretim ölçüsünde, seni
Ben mükâfâtlandıracağım.”
[9]

5- Yine bu hadisle alakalı Kelâbâzî, şöyle bir yorumda bulunur: “Oruç Benim içindir” sözü, tamah edenlerin tamahını boşa çıkarmak içindir. Şeytan orucu ifsad etmeye tamah eder. Halbuki Allah’a ait olan bir şeyi bozmaya düşman tamah edemez. Nefsin tamahı, tutulan oruçla kendini be­ğenme hâline düşmektir. Nefis sadece kendisine ait olan şeyle kendini beğenme hâline düşer. Ahirette hak sahipleri de orucun seva­bına tamah etmezler. Çünkü hasımlar Allah’a ait olanı değil, sadece kula ait olanı alırlar. [10

 

Kelabazi’den üç asır sonra yaşamış olan İbn Arabî ise konuya; tasavvufta önemli bir kavram olan fakr penceresinden bakmakta ve Allah Teâlâ’nın “Oruç benim içindir.” sözünü Hakk’ın dilinden şöyle yorumlamaktadır: “Ey kulum! Yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden münezzeh olmak sana ait değil, bana ait bir sıfattır. Çünkü ben bizzat kendi başına var olanım. Varlığımı koruyup ayakta tutacak bir koruyucuya muhtaç değilim. Sen ise varlığını muhafaza edecek bir koruyucuya muhtaçsın ki o da benim! Muhtaç olduğun artık senin için kesinleşsin de vücudunu muhafaza edenin yalnızca ben olduğumun farkına varasın diye senin için gıdayı yarattım ve seni ona muhtaç kıldım. Muhtaç olmana rağmen taşkınlık yaptın, zorbalaştın, büyüklendin ve böbürlendin. Hemcinslerine “Ben sizin en büyük rabbinizim, sizin için benden başka bir rab tanımıyorum!” dedin. Ben, ben, ben! Bunu iddia ederken acıkmak, susamak, küçük-büyük abdest yapmak, sıcaklık, soğukluk ve geçici acılarla üzülerek rezil olmaktan hiç utanmadın.”[11]

ORUÇ KALKANDIR

Orucun dünyada masiyetlere ve sefih şeylere, ahirette de cehennem ateşine karşı kalkan olacağını söyleyen Kelâbâzî, cehennem ateşi,  nasıl abdest azalarını yakamayacaksa, aynı şekilde oruçluyu da yakamayacaktır, der.[18]

Kelâbazi’ye göre; “Oruç, bir kalkandır” [19] sözü, oruç dünyada masiyetten, insanları küçümsemekten, onlar hakkında gıybet etmekten, insanlara fiili ve sözlü eziyet etmekten koruyan bir kalkandır anlamına gelir. Kelabazi Rasülüllah (sav.)’in “Sizden biriniz sakın oruçluyken, cahillik edip kötü söz söylemesin. Birisi size sataşırsa ben oruçluyum, desin.” hadisini bu görüşünü desteklemek için kullanır. Buna göre oruçlu kişi, cahillik edemez, insanları küçümseyemez ve gıybetten uzak durur.

Kelâbâzi’nin konuyla ilgili ele aldığı diğer bir hadis şudur: “Kim ki, yalancı şahitliği ve onunla amel etmeyi terk etmezse, (oruçlu için) Allah’ın onun aç ve susuz kalmasına ihtiyacı yoktur.”[20] Buna göre Rasülüllah (sav) orucun, yalancı şahitlik ve onunla amel etmek gibi Allah’ın yasakladığı şeyleri terk etmek olduğunu, sadece yemek yemeyi ve içmeyi terk etmek olmadığını haber vermiştir. Oruç, kişiyi koruyan ve onunla günahları birbirinden uzaklaştıran bir kaledir. Ahirette de cehennem azabına karşı kalkandır. Kelabazi “Tıpkı abdest uzuvlarına cehennem ateşinin dokunamayacağı gibi oruç tutan kişiye de cehennem ateşi dokunamayacağını” söyler. Çünkü oruç, tüm bedenle tutulduğu için oruçlu bedeni, ateşin yakması caiz değildir. Bu yüzden oruç, cehennem ateşine karşı bir kalkandır. [21]

ORUÇLU ALLAH’IN SIFATLARIYLA SIFATLANMIŞTIR

Kelâbâzî’’ye göre oruç tutan kişi Allah’ın bu sıfatıyla sıfatlanmış olur. Çünkü “Allah yedirdiği halde yemeyendir (En’am, 14).” Dolayısıyla kul oruç vesilesiyle beşeri gücü nisbetince Allah Teâlâ’nın bu sıfatından nasibini almış olur.

Oruçta benzemezlik, berî ve uzak olma anlamında bir tür tenzîhiyyet ve hiçbir şeye muhtaç olmama (samedaniyyet) sıfatı vardır. Zira oruç yemeden, içmeden ve cinsel ilişkiden uzak olma, münezzeh olma hakikati üzere ifa edilen bir ibadettir. Halbuki kulun hakikati ve tabiatı oruçlu iken uzak durmaya çalıştığı bu şeyleri gerektirir. Dolayısıyla diğer her bir ilahî nitelik gibi tenzihiyyet ve samedâniyyet sıfatları da Allah için aslî ve sürekli; kul içinse geçici, izafî ve tahakkuk anlamında olur.[24]

ORUÇLUNUN İKİ SEVİNCİ

Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin “Oruçlunun kendisiyle haz duyduğu iki sevinci vardır. Birisi iftar vaktindeki (oruç bozmak) sevinci…”[25] hadisini de Kelabazi şöyle yorumlamaktadır: İftar vaktinde, orucunu Allah’a halis kılması dolayısıyla kendisine verilecek sevap hastalık, ölüm veya afet vaki olsa dahi verilir. Oruçlu buna sevinir. Halis olarak Allah için bir şey yaptığından dolayı kişi mutlu olur. Oruç tuttuğu için Rabbinin kendisini mükafatlandıracağını düşünen kul buna sevinir. Çünkü hiçbir amel oruç gibi olmayacaktır. [26] Oruçlu orucu kazasız belasız tamamladığı için sevinçlidir. Çünkü o tüm gün bütün lezzetlerden imsak etmiştir. [27]

Kulun ikinci sevinci dünyadan ayrılıp Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Çünkü mü’min dünyanın tüm yasaklanmış lezzetlerinden ve şehvetlerinden uzak durup oruç tutar. Oruç tutan kişi iftar edinceye kadar yemez. Dünyadaki hayatında güneş batınca, dünyadaki lezzetlere karşı tuttuğu orucundan iftar eder. Böylece sevinç yaşar. Mümin ölünce bu korunma süresi bitecek ve mü’min bir ferahlama yaşayacaktır. Yani mü’min dünya hayatının güneşi battığında iftar etmiştir. [28] Zira Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Ölüm mü’min için bayramdır.”[29]

ORUÇLUNUN AĞIZ KOKUSU

“Oruçlu ağzının  (açlık) kokusu Allah Taâlâ nezdinde misk kokusundan daha temizdir”. Kelabazi’ye göre; oruçlunun ağız kokusunun misk kokusuyla mukayese edilmesi ve hatta ondan üstün tutulmasını, misk kokusunun insanlar arasında tutulan ve beğenilen bir koku olması dolayısıyladır. [30] Yani nasıl insanlar güzel kokuyu sever, ondan etkilenir, ondan hoşlanır ve onu tercih ederse Allah da oruçlunun ağız kokusunu sever, ondan etkilenir, hoşlanır ve onu tercih eder.

ORUÇ NEFSE MUHALEFETTİR

Kelabazi’ye göre oruç nefse muhalefettir. Bu hususla ilgili Kelabazi şunları söyler: “Oruç Allah’ın rızasını umarak nefse muhalefet etmektir. Nefisten uzaklaşma, nefsin arzularını terk etmektir. Nefsin istekleri ise yeme içme ve cinsel münasebettir.” [31] Oruçlu bunları terk etmiştir. Nefsin arzularını, şehvetlerini ve lezzetlerini terk etmiştir. Bunları terk eden kişi, nefsinden uzaklaşmış olur. Allah’ın vechini isteyerek nefsinden uzaklaşan kişinin de Allah’la arasında engel kalmamıştır. Çünkü insanla Allah arasında üç engel vardır: Mahlûkat, dünya ve nefs. Mahlûkat ve dünyanın istekleri nefsin istekleriyle bağlantılıdır. Nefsine muhalefet eden mahlûkatın ve dünyanın isteklerine de muhalefet etmiş demektir. Oruç nefse muhalefettir. Nefse muhalefet ise Allah’a kavuşmak demektir.

Kul her bir vesileyle kendisiyle tartışan, oruç tutarken de tabiatı gereği muhtaç olduğuğu şeylerden mahrum kaldığı için kul ile çekişip duran ve bu anlamda kul için çetin bir düşman olan nefsine baskın çıkıp onu ezdiği için kahr ve galebe çalma nitelikleri (el-Kahhâr ve el-Gâlib) açısından da Allah’a benzer. İşte böylece kul tıpkı diğer ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadetiyle de Allah’ın isimleriyle ve Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış olur.[32]

 

loading...