loading...

Dini Bilgiler

Kabe’nin Muhteşem Anlatımı

By  | 

“Mescid-i Haram’ın eşiğindesin. İşte Ka’be, karşında durmakta! Geniş bir alan ve ortada boş bir küpten başka hiçbir şey yok! Ansızın vücudunu bir titremedir kaplıyor! Hayret ve şaşkınlık içinde kala kalıyorsun! Şurada hiç kimse yok, burada… hiçbir şey yok… hatta seyredecek bir şey bile yok!

loading...

Boş bir oda! o kadar!

loading...

Duyguların, kıldan ince kılıçtan keskin bir köprü üzerinde karar kılıyor! İmanımızın , aşkımızın, namazımızın, hayatımızın, ölümümüzün kıblesi gerçekten bu muydu? Birbiri üzerine dizilip yığılmış sert koyu siyah taşlardan ve kireçle derzedilmiş eğir büğrü duvarlardan başka bir şey yok!

Birdenbire sükût-i hayale uğruyorsun! Burası da neresi? Nereye geldik acaba? Sarayı bilirim: saray, sanatkârâne bir mimari güzelliktir! Tapınağı bilirim: yüksek ve celalli tavanlar altında kutsal görkem ve ruhanî sükût, baştan başa güzellik ve sanat! Anıtı bilirim: büyük bir şahsın, dahî bir kahramanın, Peygamber’in, İmam’in defnedildiği yer…!

Bütün bunları bilirim ama peki burası ne…? Üstü açık bir meydanın ortasında boş bir oda! Ne mimarî, ne sanat, ne güzellik, ne hat, ne çini ve ne de alçıyla sıvama var burada!…

Ziyaret edeceğim, yad edeceğim, eşiğine varacağım bir Peygamber kabrinde, bir İmamın mezarında, bir pakın türbesinde, bir büyük insanın kabrinde dahi dikkatlerimi çekecek, hislerimi kendine bağlayacak bir nokta, bir çehre, bir gerçeklik, bir nesnellik ve nihayet bir kimse, bir şey veya bir yer bulunur.”

“Oysa burada hiçbir şey yok, hiç kimse yok.

Tabii birdenbire anlıyorsun ki bu ne güzel bir şey! Gerçekten çok geçmeden bunun ne kadar güzel bir şey olduğunu anlıyorsun. İyi ki hiç kimse yok, hiçbir şey yok, duygularımı kendine çeken hiçbir işaret yok. Aniden Kabe’nin bir dam olduğunu, bir ”

“uçuş çatısı olduğunu hissediyorsun. İhsasın hemen Ka’be’yi bırakıp fezada uçuyor. İşte o anda “mutlak”ı hissediyorsun!

“Ebediyyet’i hissediyorsun.

O ebediyeti ki parçalanmış hayatında, nisbî evreninde asla bulamaz ve hissedemezsin; sadece felsefe yapabilirsin.

Buradadır ki mutlak’ı, ebediyet’i, yönsüzlüğü görebilirsin.

Görebilirsin burada “O”nu!

Ne iyi burada hiç kimsenin olmaması. Ka’be’nin boş olması ne kadar güzel bir şey! Ve sen artık yavaş yavaş anlıyorsun, “ziyaret”e gelmediğini. Anlıyorsun ki sen Hac’a gelmişsin, burası, senin konak başın değildir. Ka’be, “yolun kaybedilmemesi için bir işaret taşıdır”. Bu sadece bir alâmet idi. Sadece sana yön gösteren bir “ok işareti”ydi. Sen Hacetmişsin, yöneltmişsin; ebediyyet’e mutlak yöneliş, hareket, O’na doğru ebedî hareket. Elbette Ka’be’ye kadar değil; zira Ka’be yolun sonu değil, tersine başlangıcıdır.

Burada “sonluluk” sadece senin güç yetirememen, ölümün ve duraklamandır. Burada olan şey, harekettir, yöndür, başka bir şey değil!

Burası mîadgahtır, Allah’ın mîadgahı, İbrahim, Muhammed ve halkın mîadgahı! Ya sen? Sen “sen olduğun” müddetçe kayıpsın. Öyleyse halk/insanlar olmalısın! Sen insanlar (nâs-halk) olduğun zaman, topluluk olduğun, halkın elbisesini giydiğin zaman, burası senin de mîadgahın olur, “halk/topluluk/insanlar, Allah’ın namusudur, Allah’ın ailesidir ve Allah, ailesine karşı herkesten daha kıskançtır”!

Burası O’nun Harem’idir. Harîm’nin içidir, O’un Evidir.

Burası “halkın/insanların evi’dir.

“Gerçek şu ki insanlar için ilk kurulan ev Mekke de o kutlu ve bütün insanlar için hidayet olan (Ka’be)dir” (3/Al-i İmran, 96)”

“Sen -“sen” oldukça- Harem’de sana yer yoktur. Ka’be, “Beyt-i Atîk’tir, Atîk köle azad etmek, manasına gelen “akt” kelimesinden olup hür demektir. Özel mülkiyetten, zorba, despot dikta rejimlerinin saltanatından âzâd/hür olan ev. Onun üzerinde hiç kimsenin eli yoktur. Ev sahibi Allah, Ev halkı ise halk, yani insanlardır!

Şehrinden, köyünden, evinden dört fersah (24 km) uzaklaştığın an seferi olur, namazını kısaltırsın. Bu yolcu namazıdır. Ancak buraya dünyanın neresinden gelirsen gel, namazı tam kılarsın. Çünkü kendi evine geldin, dolayısıyla seferi değilsin. Ülkene, memleketine güvenlik harîmine, evine “tekrar döndün”. Kendi ülkende garib idin, gurbette idin, seferi idin. Ey kovulmuş kesik ney, ey yeryüzünün gurbet sürgünü: insan! Kendi neyistanına döndün; yeniden geldin buraya. Kendi gerçek doğum yerine, vatanına dönüş yaptın! Allah ve ailesi: İnsanlar, halk! Dünyanın bu aziz ailesi şimdi evinde. Sen ise “sen” olarak kalmaya devam ettikçe yabancısın, kimsesizsin, yakını olmayan, kesik ve sığınaksız birisin. Üssüz, barınaksız bir âvâresin, evsiz barksız bir varlıksın! “Senlik”ten çık, “senlik”i dışına at, Ev’in içine gir ve bu aileye katıl. Eğer Mikat’ta kendini gömmüş olsaydın, “halk/insanlar” olmuş olur, tanıdık, dost, yakın akraba, Allah’ın ailesinden biri gibi Ev’in içine girerdin. İbrahim’i dergahta görürdün, yeryüzünün tüm tanrılarının kafiri olan, tarihteki bu âsî piri, bu büyük aşığı, Tevhid Allah’ının bu naçiz kulunu!

O bu Ev’i kendi elleriyle inşa etmiştir. Ka’be yeryüzünde bir simge, Allah’ın evrendeki bir sembolü.

Yapı malzemeleri, zineti ve süsü mü ne? Mekke yakınındaki “Acun” dağından kopartılıp getirilmiş siyah taş parçalarını, sade; sanatsız, tekniksiz ve süssüz bir biçimde üst üste koymuşlar, hepsi o kadar!

Ya adı, vasıfları ve lakapları ne? “Kabe”! Bir “küp”! Hepsi bu işte! Peki niçin “küp”? Niçin böyle sade, gösterişsiz ve süslememiz? Ne için böyle?”

“Allah, “şekil”sizdir, “renk”sizdir, “benzer”sizdir. İnsanoğlunun tercih ettiği, gördüğü ve tasavvur ettiği her türlü model ve tarz, Allah değildir. Allah’a özgü de olamaz. Allah “mutlak”tır, “yön”süzdür.

O’nun karşısında yön tutan “sen”sin. Gerçekten sen Ka’be yönündesin, ancak Ka’be’nin yönü yoktur. İnsanoğlunun düşüncesi ise “yönsüzlüğü” kavrayamaz. Her neyi “mutlak yönsüzlük” olan O’nun varlığının bir simgesi olarak alırsan, çaresiz o bir yön alır.

Remz, Allah değildir. “Yönsüzlük” yeryüzünde nasıl gösterilebilir? Sadece “bütün birbirine zıt yönleri” bir araya getirmek suretiyle. Ta ki her yön, kendi zıt yönünü ortadan kaldırsın ve böylece zihin, ondan “yönsüzlüğü” anlasın, ona yönelebilsin. Bütün yönler, toplam kaç tane?

Altı!

Bütün bu altı yönün hepsini kendinde toplayan tek şekil nedir? Küp! Küp, yani bütün yönler. ”
“Ve tüm yönler, yani yönsüzlük! O’nun tıpkı simgesi!

Ka’be!

“Hangi yöne yönetirsen, orası Allah’ın yüzü, O’nun yönü.” (2/Bakara, 115)

Bilindiği gibi Ka’be’de hangi yöne dönerek namaz kılarsan, Allah’a doğru namaz kılmış olursun. Ve Ka’be’nin dışında da her ne yöne yönelirsen, O’na yönelmiş olursun. Ka’benin dışında her şekil, ya kuzeye dönüktür, ya güneye. Ya doğuya doğru uzanmıştır. Ya da batıya. Ya yere yöneliktir ya da göğe. Ka’be ise birine değil hepsine, bir yere değil her yere yönelik.

“Bütün yönlülük” veya “yönsüzlük”, Allah! O’nun sembolü! Ka’be! Fakat… Hayretâmiz bir durum var! Ka’be’nin batı kısmında bir ilavesi mevcut. Bu ilave Ka’be’nin şeklini değiştirmiş, ona “yön” vermiştir.

Bu nedir?”

“Ka’be’ye dönük, hilal biçiminde kısa bir duvar. Peki ismi ne bunun?

“Hicr-i İsmail”!

“Hicr” ne anlama gelir?

Etek!

Gerçekten de bir “etek” biçimindedir, bir kadın gömleğinin eteği!

Evet [bu kadın], bir Habeşli kadın, bir cariye! Siyah bir cariye! Bir cariye kadın!

Bu övünçsüz cariyeyi bir kadın, kocasının eşi olması için seçmiştir. Yani bu cariye, o kadının kuması olarak telakki edilme değerine bile sahip olmayacak. Ve kocası, sadece bir çocuk edinmek için onunla evlenmiştir.

Beşerî sistemlerde her iftihar ve övünçten ari olmuş bir kadın. Şimdi Allah, onun elbisesinin etek kısmını, kendi varlığının sembolüyle birleştirmiştir. Bu, Hacer’in gömleğinin eteğidir. İsmail’i büyüten ”

“etek. Burası, “Hacer’in Evi”. Hacer, işte burada, Ka’be’nin üçüncü ayağının yanında gömülü.

Şaşılacak bir şey! Halbuki hiç kimseyi –Peygamberleri bile- Camiye gömmemek gerek. Şimdi burada Allah’ın Evi, bir cariyenin evinin duvarına bitişik ve Allah’ın Evi bir annenin kabri mi?

Ben ne diyorum?

Allah’ın yönsüzlüğü, sadece Hacer’in eteğinde bir yön tutmuş! Ka’be O’na doğru etek uzatmış! Bu hilalle Ev arasında bugün küçük bir aralık bulunmakta.

Ev’in etrafını dolaşırken bu aralıktan geçilebilir. Fakat Hacer’in eteği olmadan Tevhid sembolü Ka’be’nin etrafını dönmek, tavaf olarak kabul edilmez.

Hacer değil bu!

Fermandır bu, Allah’ın fermanı: Bu Ferman’a göre bütün insanlık, bütün zamanlar “Tevhid”e iman ”

“eden bütün herkes, Allah’ın davetine lebbeyk diyen bütün insanlar. Allah’ın evi Ka’benin etrafını aşk tavafı yaparken Hacer’in gömleğinin eteğini de tavaf etmelidirler! Bu Allah’ın bir buyruğudur.

Onun Evi, onun kabri, onun eteği de tavaf edilen yere dahildir, Ka’be’ye bağlı bir parçadır o. Ka’be, bu “mutlak yönsüzlük”, yalnızca bu eteğin yönünde yön tutmuştur. Afrikalı bir cariyenin, iyi bir annenin gömleğinin, beşeriyetin ebedî tavaf yeri Ka’be’nin eteğinin yönünde! Tevhid Rabbi, kendi kibriyaî arş-ı celalinin üzerinde tek başına oturmuştur. Bütün bir kâinatı, kendi “mâsivâ”sına sürmüştür. O, herşeyin ötesindedir, tektir, kendi îlahi melekûtunda yegânedir.

Ancak… sanki bütün yaratıkları arasından, bu sonsuz yaratılış âleminden birini seçmiş, en şerefli yaratığı, insanı seçmiş. İnsanlar arasından da: kadını. Ve kadınlar arasından: siyah bir kadını Ve onlar arasından da: siyah câriye bir kadını, ve siyah câriye kadınlar arasından da:”

“Bir kadının siyah cariyesini! -en hor yaratığını!- Onu kendi yanına oturtmuş. Ona kendi Ev’inde yer vermiş. Veya Allah, bizzat, onun evine gelmiş; onun komşusu olmuş, onunla aynı evi paylaşmış.

Ve şimdi

Bu “Ev”in tavanının altında iki kişi! Biri: Allah, öteki: Hacer!

Tevhid milletinde isimsiz kahramanı böyle seçmişlerdir:

Bütün Hac, Hacer’in hatırasına bağlanmış. Hicret, en büyük amel, en büyük hüküm; Hacer isminden türeme.

Muhacir, en büyük ilahî insan, Hacervâri insan. “Muhacir, Hacer gibi olandır”!

Peki Hicret nedir?

Hacervâri bir iş! İslam’da vahşîlikten medeniyete gitmek. Bu seyir, küfürden İslam’a gelmek demektir. “Bedevîleşme, Hicret’ten sonradır”. Bu ”

“beşer dilinde medeniyetten sonra vahşîlik demektir. İslam’ın dilinde ise imandan sonra küfre dönüş demektir. Öyleyse küfür vahşîlik demek, din ise medeniyet!

Hacer’in dili Habeşce bir kelime olan “hicr”, “şehir” ve “medîne” anlamındadır. Habeşli siyah bir köle, Afrikalı bir kadın vahşî insanın mazharı olan Hacer, burda  medeniyetin temeli demektir.

Hacervâri insan, medenî insan demektir. Hacervâri hareket, insanın medeniyete doğru hareketi demektir. Ve işte insanın Allah’ın Evi etrafındaki hareketinde yine Hacer! Ey Allah’a yönelmiş muhacir! Senin tavaf yerin, “Allah’ın Ka’be”si”dir ve “Hacer”in eteği”!

Ne görüyoruz?

“Aklımız” almıyor! Özgürlük ve hümanizm çağı insanının duygusu, bu mânâya tahammül edecek nitelikte değildir!

Allah, Afrikalı siyah bir cariyenin evinde. ( Dr: Ali Şeriatı Hac Alıntı)

 

loading...